Bir Bebeğin Dünyaya Gelişi ve İnsanoğlunun Masumiyeti Üzerine
12 Eylül 2014, Kuzey’in doğduğu gün. Kuzey, ablamın ilk çocuğu, benim
de ilk yeğenim.
O gün yarım gün işe gelmem gerekiyordu, öğlen hastaneye nasıl koştuğumu unutamıyorum. Dakikaları saydım Kuzey’e kavuşabilmek için. Çok güzel bir histi. Daha tanımadan sevebilmek böyle bir şey dedim. Hoş, tanıyacağın bir kişiliği de yok henüz, sadece ablanın karnında gelişen bir varlık olduğu ve bu sana bir mucize gibi geldiği için o durumda oluyorsun.
O gün yarım gün işe gelmem gerekiyordu, öğlen hastaneye nasıl koştuğumu unutamıyorum. Dakikaları saydım Kuzey’e kavuşabilmek için. Çok güzel bir histi. Daha tanımadan sevebilmek böyle bir şey dedim. Hoş, tanıyacağın bir kişiliği de yok henüz, sadece ablanın karnında gelişen bir varlık olduğu ve bu sana bir mucize gibi geldiği için o durumda oluyorsun.
Ne kadar masum olduğunu düşünedururken ister istemez aklıma geliyor,
dünyadaki kötü insanların hepsi bir zamanlar bebekti. Kötü kavramının
derinlerine inmektense evrensel kötü olarak örnek verebileceğimiz Hitler’i ele
alalım. Doğduğunda tabularasa formatındaki zihni boş bir levha gibiydi. Hiçbir
şeye nefreti (ya da sevgisi) yoktu. Büyüdükçe geliştirdi tüm bakış açısını. Bu
bakımdan düşününce aslında bebek, doğası gereği, yani dış dünya hakkında hiçbir
önyargı geliştirebilecek durumda olmadığından ve kimseye bir kötülük
yapamadığından (aslında iyilik de yapamıyor çünkü henüz buna yetkin değil)
insanın en masum halini temsil ediyor. Ama masumiyet bir şeyi yetkin olamadığı
için yapamamaktan fazlası. Masum gelmesi aslında ona duyduğumuz sevgiden.
İnsanın bebeğe duyduğu sevgi ise kendi genlerini taşıyor olmasından, kendinden
bir parça olduğunu hissetmesinden kaynaklanıyor. Bu da türün devamı için
gerekli olan bir şey. O en çok sevip koruyup kolladığın varlık olacak ki sağlıklı
biçimde büyüsün ve türün devamlılığı sağlansın.
![]() |
www.idefix.com |
Bu noktada Schopenhanur’un Cinsel Aşkın Metafiziği kitabı geliyor aklıma. Burada Schopenhaur, iki tür ilişkiden bahsediyor. Birincisi insanın aşık olduğu / arzuladığı kişiyle; diğeri ise kendisine iyi şartlar sunabileceğini düşündüğü kişiyle olan. İlkini, türün devamlılığı için daha verimli nesiller yaratacağından överken, ikincisini sadece kendi küçük hayatını ön plana koyan ve bu hayatı rahat yaşamaya çalışan insanın tercihi olarak görüp aşağılıyor. Günümüzdeki evlilikleri bu bağlamda düşünecek olursak, aşık olduğu kişiyle evlenip çocuk yapması, insanın kendi “türü” için yaptığı bir şeyken, zengin koca bulup evlenmesi kendi “hayatı” için yaptığı bir şey. Bu bakımdan birincisi çok içten, ikincisi ise çok sığ.
Peki buraya nerden gelmiştik :) İnsanın bebeğe duyduğu sevgiden. Bebek
yetkin olmadığı için ne iyilik ne de kötülük yapabiliyor. Ama biraz büyüdüğünde
içinden canavar da çıkabiliyor. Mesela bazı çocukların davranışlarında
gerçekten kötü niyet olduğunu düşünüyorum. Bunun da doğal karşılanması gerekir sanırım
çünkü içinde büyüdüğümüz çevreye göre farklı dozajlarda bencillik, kibir,
nefret gibi duygular içimizde büyüyor. Örneğin tinerci bir çocuktan sanırım
yüksek ahlak beklemek yanlış olur. İçinde yaşadığı çevre düşünüldüğünde, hayat
ve insanlar ona ne sunmuş ki o sevgi beslesin? (Hassas bir nokta olduğu için
parantez açıyorum. Tinercilerin potansiyel kötülüklerini haklı göstermeye
değil, bu kötülükleri asıl doğuranın “şartlar” olduğunu belirtmeye çalışıyorum.
Devletin vatandaşlarının bu duruma düşmemesi için tüm imkânlarını seferber
etmesi, düşenler için de en iyi rehabilitasyonu sağlaması gerektiğini
düşünüyorum. Kapa parantez.) Veya lüks içinde büyümüş her dediği yapılmış bir
çocuktan da empati yapması ve dünyanın geri kalanı için kaygı duymasını beklemek
iyimser olabilir. Tabi örnekleri yok değil yaşadığı çevreye karşın kendi
benliğine söz geçirebilmiş ve içindeki iyiliği büyütmüş insanların. Onlar ki en
yüce duyguların insanıdır.
Analizin ve yorumlaman çok güzel. Kuzey bebişe de aynı güzel dilekleri sunuyorum :)
YanıtlaSilteşekkür ederim :) kuzey'in dili olsa da teşekkür etse ablası :)
YanıtlaSil