Sıkılganlığa Dair
Thank god it's friday'lerden oh bu hafta da bitti'lere, throw back thursday'lerden artıkyazgelsin'lere hep ya gecmiste ya gelecekteyiz. Içinde olduğumuz an, her geçen saniyeyle birlikte geçmişteki yerini alırken, özlem duyduğumuz bir an'a dönüşmüyorsa, tadını alamamışız demektir. Sevmemişiz yani ömrümüzün o dakikalarını. Seveceğimiz dakikalar ise daha çok instagram karelerine layık bir aktivite yapıyorsak ya da öyle bir yerde bulunuyorsak oluşuyor.
İşte öyle sevilesi bir an değilse içinde bulunulan, geçmişte gidilen bir tatilin böyle kara günler için stoklanan yüzlerce fotosundan birini koyarak #tbt yapmak, bir nebze olsun ferahlatır, günümüz daralmış insanını. Kendini bu tekdüze yaşamda değil o güzel instagram karesinde görür kişi. Orada olduğunu hisseder. Hatırlar. Yeniden gitmenin özlemini duyar... Hayatından memnun olduğu anlar da olur bazen. Pazar kahvaltıları, romantik akşam yemekleri, arkadaş buluşmaları, aile toplaşmaları. Bu anları da paylaşır. Sonra içi daraldıkça ya geçmiş tatillere özlem duyar ya gelecek tatilleri bekler.
Yatmadan önce bir instagram gezintisi yapıp başımı yastığa koyunca düşündüm bunları. Özellikle sosyal medya kullanıcısı insanlarda sıkça rastlanan tatminsizlik ve sıkılganlık, özünde, televizyon seyrederek büyümüş bir çocuktaki tatminsizlikle aynı sebepten. Renkli ve hareketli bir illüzyon dünyasından gözleri kamaştığından gerçek hayatı sıkıcı ve yavan bulma durumu.
Günümüzde birçok çocuk daha bebekken telefon ve tabletle tanışıyor. O hareketli dünyaya bir kez alıştıklarında da bu dünyaya yüz vermiyorlar. (Ekranlara bağımlı hayatların distopyası Black Mirror isimli dizinin 2.bölümünde etkileyici şekilde işleniyor). Bu illuzyon dunyası muhteşem tatiller harika yemekler olağanüstü aşklar sevgi dolu ailelerle dolu. Ve artık sadece ünlülerin değil ünsüzlerin hayatları da göz önünde. Geri dönüp anne babalarımızın zamanına bakalım. 70-80 ler. Herkes sadece kendi muhitinde ve çevresindeki insanların hayatını görürdü. O zamanlar ünlüler bile bu derece göz önünde değildi ki ünsüzler olsun. Konu komşu eş dost ile görüşülürdü ve yakınlık durumuna göre sorunlar da paylaşılırdı mutluluklar da. (Şimdinin sosyal medya paylaşımları gibi değildi şüphesiz.) Onların çocukluklarından neredeyse hiç, gençliklerinden ise pek az fotoğrafı vardır. Bizim bile çocukluğumuzda, gidilen bir tatilde en fazla 1 bilemedin 2 film harcanırdı. Her film 36 poz. Üstüne de 2 veya 3 bazen de şansına 4 tane fazladan çekerdi. Nasıl çıktın allah kerim. Fotoğraflarda gözlerin kapalı olmaması yeterliydi sevinmek için. Kilolu çıktığını söyleyip üzülen kimseyi hatırlamıyorum. O zamanlar fotoğraf bir "anı" aracıydı. Şimdiyse bir "kanıt" aracı. Hem kendine hem başkalarına hayatının o kadar da sıkıcı olmadığının kanıtı.
Günlük hayatımız aslında sıkıcı mı, yoksa biz sürekli maruz kaldığımız bir uyaranlar silsilesi içerisinde yaşadığımızdan tatminsiz mi olduk düşünmek lazım. Görsel işitsel dokunsal olarak sürekli bombardıman altındayız. Ursula K. Le Guin'in Mülksüzler kitabını okuduğumda, başka gezegenden Dünya'ya gelen adamın bir caddede sağlı sollu mağazalar, vitrinlerde sıralanmış yüzlerce çeşit eşya ve hepsinin üstünde fiyat etiketi gördükçe nasıl midesinin bulandığı beni çok etkilemişti. Zaman zaman ben de AVM'lerde aynını hissederim. Sadece AVM'lerde değil bindiğimiz metroda, yürüdüğümüz yolda, okuduğumuz dergide her yerde ve her şeyde reklamlar ve bir ilüzyon dünyası beynimizi kemiriyor. Bu dünya yalan. Yani yalan dediğim, senaryo. Bir filmden etkilenirsiniz evet ama o film senaryodur. Rocky Balboa evet ringte ayıcıl Sovyet rakibini nakavt ettiğinde sevinir ve sonrasındaki barışçıl sözlerinde duygulanırsınız ama o bir filmdir. Sizi duygulandırmak için yazılmış oynanmış ve çekilmiştir. Gerçek hayatta Rocky yanınızdan geçse belki yırtık eşofmanıyla koşarken görseniz kim bu kıro diyecek insansınız. Ama hikayesini izleyince bambaşka bir Rocky oluyor o sizin için. İşte bütün o tv show'ları, dergilerdeki fotoğraflar, instagramdaki yaşamlar hepsi sanayi devrimi sonrası çıkan en etkili din olan kapitalizmin kitleleri uyuşturmak için kullandığı en güçlü silahı. Kapitalizmin afyonu. Içmeyin efenim. Içenleri de çocuklardan uzak tutun.
Sıkılmayın hayatınızdan. Etrafta merak edecek çok şey var. Tv'ye maruz kalmamış bir çocuk gibi bakın çevrenize. Elinizden geldiği kadar.
İşte öyle sevilesi bir an değilse içinde bulunulan, geçmişte gidilen bir tatilin böyle kara günler için stoklanan yüzlerce fotosundan birini koyarak #tbt yapmak, bir nebze olsun ferahlatır, günümüz daralmış insanını. Kendini bu tekdüze yaşamda değil o güzel instagram karesinde görür kişi. Orada olduğunu hisseder. Hatırlar. Yeniden gitmenin özlemini duyar... Hayatından memnun olduğu anlar da olur bazen. Pazar kahvaltıları, romantik akşam yemekleri, arkadaş buluşmaları, aile toplaşmaları. Bu anları da paylaşır. Sonra içi daraldıkça ya geçmiş tatillere özlem duyar ya gelecek tatilleri bekler.
Yatmadan önce bir instagram gezintisi yapıp başımı yastığa koyunca düşündüm bunları. Özellikle sosyal medya kullanıcısı insanlarda sıkça rastlanan tatminsizlik ve sıkılganlık, özünde, televizyon seyrederek büyümüş bir çocuktaki tatminsizlikle aynı sebepten. Renkli ve hareketli bir illüzyon dünyasından gözleri kamaştığından gerçek hayatı sıkıcı ve yavan bulma durumu.
Günümüzde birçok çocuk daha bebekken telefon ve tabletle tanışıyor. O hareketli dünyaya bir kez alıştıklarında da bu dünyaya yüz vermiyorlar. (Ekranlara bağımlı hayatların distopyası Black Mirror isimli dizinin 2.bölümünde etkileyici şekilde işleniyor). Bu illuzyon dunyası muhteşem tatiller harika yemekler olağanüstü aşklar sevgi dolu ailelerle dolu. Ve artık sadece ünlülerin değil ünsüzlerin hayatları da göz önünde. Geri dönüp anne babalarımızın zamanına bakalım. 70-80 ler. Herkes sadece kendi muhitinde ve çevresindeki insanların hayatını görürdü. O zamanlar ünlüler bile bu derece göz önünde değildi ki ünsüzler olsun. Konu komşu eş dost ile görüşülürdü ve yakınlık durumuna göre sorunlar da paylaşılırdı mutluluklar da. (Şimdinin sosyal medya paylaşımları gibi değildi şüphesiz.) Onların çocukluklarından neredeyse hiç, gençliklerinden ise pek az fotoğrafı vardır. Bizim bile çocukluğumuzda, gidilen bir tatilde en fazla 1 bilemedin 2 film harcanırdı. Her film 36 poz. Üstüne de 2 veya 3 bazen de şansına 4 tane fazladan çekerdi. Nasıl çıktın allah kerim. Fotoğraflarda gözlerin kapalı olmaması yeterliydi sevinmek için. Kilolu çıktığını söyleyip üzülen kimseyi hatırlamıyorum. O zamanlar fotoğraf bir "anı" aracıydı. Şimdiyse bir "kanıt" aracı. Hem kendine hem başkalarına hayatının o kadar da sıkıcı olmadığının kanıtı.
Günlük hayatımız aslında sıkıcı mı, yoksa biz sürekli maruz kaldığımız bir uyaranlar silsilesi içerisinde yaşadığımızdan tatminsiz mi olduk düşünmek lazım. Görsel işitsel dokunsal olarak sürekli bombardıman altındayız. Ursula K. Le Guin'in Mülksüzler kitabını okuduğumda, başka gezegenden Dünya'ya gelen adamın bir caddede sağlı sollu mağazalar, vitrinlerde sıralanmış yüzlerce çeşit eşya ve hepsinin üstünde fiyat etiketi gördükçe nasıl midesinin bulandığı beni çok etkilemişti. Zaman zaman ben de AVM'lerde aynını hissederim. Sadece AVM'lerde değil bindiğimiz metroda, yürüdüğümüz yolda, okuduğumuz dergide her yerde ve her şeyde reklamlar ve bir ilüzyon dünyası beynimizi kemiriyor. Bu dünya yalan. Yani yalan dediğim, senaryo. Bir filmden etkilenirsiniz evet ama o film senaryodur. Rocky Balboa evet ringte ayıcıl Sovyet rakibini nakavt ettiğinde sevinir ve sonrasındaki barışçıl sözlerinde duygulanırsınız ama o bir filmdir. Sizi duygulandırmak için yazılmış oynanmış ve çekilmiştir. Gerçek hayatta Rocky yanınızdan geçse belki yırtık eşofmanıyla koşarken görseniz kim bu kıro diyecek insansınız. Ama hikayesini izleyince bambaşka bir Rocky oluyor o sizin için. İşte bütün o tv show'ları, dergilerdeki fotoğraflar, instagramdaki yaşamlar hepsi sanayi devrimi sonrası çıkan en etkili din olan kapitalizmin kitleleri uyuşturmak için kullandığı en güçlü silahı. Kapitalizmin afyonu. Içmeyin efenim. Içenleri de çocuklardan uzak tutun.
Sıkılmayın hayatınızdan. Etrafta merak edecek çok şey var. Tv'ye maruz kalmamış bir çocuk gibi bakın çevrenize. Elinizden geldiği kadar.
Yorumlar
Yorum Gönder